'Yıldız'lar Sönmesin Diye...
Günlerden Atina ve hava en az Atinalılar kadar sıcak. Ümit yolculuğumuzun geriye kalan yarısını tamamlamak üzere bu kadim şehirde tekrarladığımız girişimlerimizden sonra ümitsizce eve dönüşlerimizden birindeyiz. Yanımda Meriç arkadaşım kıymetli Yüksel Abim. Bilenler bilirler; ''Meriç arkadaşlığı'' ''kan kardeşliği'' kadar yakın kılar insanı bir günde. Belediye otobüsünde hararetli ve bir o kadar da endişeli ve ümitsiz yolculuk denemelerimizi konuşarak, tüm dünyaya kapandığımız bir muhabbetin koyuluğu ile eve doğru ilerliyoruz...
İlk defa o gün karşılaştım onunla. Sırtıma çekinerek ve hafifçe dokundu, sonra da otobüs kartını uzatarak bana; 'delikanlı şu kartımı da basabilir misin?' dedi. İstanbul dolmuş ve otobüslerinde günlük ritüellerden olan bu davranışa tabii bir refleksle karşılık verdim. Kartı uzatanın kim olduğuna bile bakmadan bilinçsizce kartı basmaya gittim. Olayı ancak kartı bastıktan sonra fark etmeye başlamıştım. Burası Atina idi ve yaşlı bir teyze aşinası olduğumuz bir dilde, bu gurbet elde memleket tonuyla bir memleket davranışı sergiliyordu. Sahibinin kim olduğunu öğrenmek için büyük bir merakla kartı iade etmeye gittim.
''Siz Türk müsünüz?'' diye sordu. ''Sayılır' dedim, ''Türk olmasam da Türkiyeliyim. Ama arkadaşım Türk'' dedim tebessüm ederek.
''Hayrola ne işiniz var buralarda?'' dedi. ''Mülteciyiz, siyasi sebeplerden dolayı ülkeyi terk etmek zorunda kaldık'' dedim. Şaşırdı, bir anlam veremedi ilkin. Muhtemelen ülkeyi terk eden birçok insan görmüştü şimdiye kadar. Çünkü bu kadim memleket aynı zamanda bir mülteci geçiş güzergâhıydı ve o bugüne kadar gördüğü birçok profile bizi oturtamamıştı. Ve artık duymaya hiç şaşırmadığım ve beklediğim o soruyu sordu; ''Siz neden ülkeden kaçmak zorunda kaldınız ki? Temiz insanlara benziyorsunuz.'' dedi.
Memleket topraklarından bir yudum su içmiş neredeyse herkesin meseleye baktığı gibi
YAZARIN SON YAZILARI
EN ÇOK OKUNAN HABERLER

