Nasıl Bu Hale Geldik?

Cuma Karaman

Cuma Karaman

Yayınlanma Cuma, Kasım 21 2025

 

Her şey, insanın düşünme yetisini yavaş yavaş elinden alan kör bir itaatle başlamıştı. Bu itaat, bir süre sonra alışkanlığa, alışkanlık ise zamanla bir hayat biçimine dönüştü. Kişi, önüne geleni sorgulamadan kabul ettikçe kendi aklının ağırlığını taşımaktan kurtulduğunu sandı. Oysa aslında aklını bir kenara bırakmanın bedeli, özgürlüğünü de sessizce teslim etmekti.

 

Başlangıçta rahatsız olduğu pek çok olumsuzluk vardı. Ancak bu rahatsızlıkların kaynağının kendi sorgusuz bağlılığı olduğunu göremiyordu. İçindeki huzursuzluğu itaatle bastırdıkça sadakati daha değerli sanmaya başladı. Bu sadakat ona hem aidiyet hissi veriyor hem de bir üstünlük duygusu aşılıyordu. Kendinden olmayanları dışlamak, onları cahillikle suçlamak artık doğal bir davranış hâline gelmişti. Çünkü herkes aynı düşünceye sahip olduğunda hayatın düzeleceğine inanıyordu. Fikir, basit bir düşünceden çıkmış, köklü ve aşırı bir inanç olarak zihnine yerleşmişti.

 

Zamanla sadakat, imanla; itaat ise kutsallıkla eş tutuldu. Kişi, sorgulamadan inanmayı dinin bir gereği saymaya başladı. Oysa din, insanın aklını kullanmasını, düşünmesini, araştırmasını ve gerçeği kendi idrakiyle bulmasını emrediyordu. Hakikatte, Tanrı’ya yöneliş bile boş bir teslimiyet değil, bilinçli bir arayış, sağlam bir bilgi ve içten bir kabulle değerlendiriliyordu.

 

Gelgelelim kişi, dinin bu ince çağrısını duymak yerine atalarından devraldığı kabulleri korumayı daha güvenli buldu. Taklidî iman kolaydı; soru sormak ise zordu. Çünkü soru, insanı hem kendi içindeki çelişkilerle yüzleştirir hem de yerleşmiş düzeni sarsardı. Oysa tahkikî iman tam da bunu, yani sarsılmayı, yeniden yapılanmayı ve hakikate adım adım yaklaşmayı isterdi.

 

Toplum da birey gibi zamanla yoruldu. Sormayan, düşünmeyen, peşinden gitmesi isteneni olduğu gibi kabul eden bir kalabalığa dönüştü. Sorgulayanlar, düzeni bozmakla suçlandı; farklı düşünenler tehdit olarak

YAZARIN SON YAZILARI

EN ÇOK OKUNAN HABERLER