İsnat hastalığı

Cuma Karaman
Yayınlanma Perşembe, Kasım 6 2025
Tarih boyunca âlim, düşünür ve mütefekkir kişiler vefat ettikten sonra, onlara söz ve davranış isnat edenlerin sayısı artmıştır. Bazı kişiler, kendi görüş ve eylemlerini meşrulaştırmak için bu şahsiyetlerin isimlerini kullanır, onları dayanak gösterirler. Ancak bu durum ciddi bir sorumluluk doğurur.
Dini açıdan en güzel örnek, hiç şüphesiz Peygamber Efendimiz’dir (s.a.v). O, bu meseleye çok net bir uyarıyla dikkat çekmiştir:
“Kim bilerek bana yalan isnat ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın.”
Bu tür müfteriler her asırda olduğu gibi günümüzde de mevcuttur.
Bu yaklaşımlar yalnızca bireysel bir hataya değil, aynı zamanda büyük davaların ve yüce mefkûrelerin itibarsızlaşmasına da yol açar. Hakikat, sahih bilgiyle korunur; isnatla değil.
Özellikle dini ve fikri önderlerin sözlerini aktarma konusunda büyük bir hassasiyet gösterilmelidir. Çünkü yanlış bir isnat, hem o şahsiyetin mirasını tahrif eder hem de toplumu yanıltır. Söylemediği bir sözü ona mal etmek sadece bir ilim hatası değil, aynı zamanda ahlaki bir sorumluluk ve vebaldir. İsnat hastalığı, zamanla hakikatle bağını koparan bir kültürün oluşmasına sebep olur. Düşünce hayatında derinlik ve özgünlük yerine, sürekli bir aktarma ve referans gösterme alışkanlığı gelişir. Bu da yeni fikirlerin doğmasını engeller, taklitçiliği besler.
Bu yüzden gerek akademik çevrelerde gerekse dini sohbetlerde bir sözü veya görüşü birine atfetmeden önce doğruluğunu titizlikle araştırmak gerekir. Aksi halde, iyi niyetle yapılan bir atıf bile, zamanla büyük yanlışlara kapı aralayabilir.
Netice olarak, yüce fikir ve değerleri korumanın en temel yolu, onları doğru temsil etmek ve hakikate sadık kalmaktır. İsnat hastalığına karşı en etkili ilaç, ilmi dürüstlük ve fikri sorumluluktur.
Bu tür isnatlar zamanla bu yüce zatları kendi seviyesine çekme ve kendisinin onlardan önemsiz olmadığı fikrini doğurur. Kişiler her ne k

